Ergenlik Döneminde Aşk ve Öfke
Keşfe en değer yönlerimizden biri olan duygularımız yaşamımızın bazı kritik dönemlerinde daha sık gündeme gelmeye başlayabilir. Bu kritik dönemler, aslında birer viraj gibi de düşünülebilir. Bunlar ergenlik, menapoz gebelik gibi bir bir miktar “sancılı” olarak adlandırabileceğimiz dönemlerdir. Bu virajlardan biri olarak ergenliği ele alırsak bireyin, duygularının form değiştirmeye başladığını yenilenen benliğine eşlik eden adeta bir duygu güncellemesiyle karşı karşıya kaldığı görülecektir. Çocukluk dönemindeki salt duygu içerikleri yerini daha grift duygulara bırakmıştır. Yani değişen, büyüyen bedenin yanına yenilenen duygular da eklenmiştir. Bu noktada ergenin duygularının farkına varması, onları regüle etmeyi başarabilmesi son derece mühimdir. Sonuçta aşk, utanç, öfke, gurur gibi duyguları ve duygulanımları belki çocuklukta da deneyimlemiştir ama bu dönemde farklı bir formla yaşantılanır. Çünkü ergenin ruhsallığı ciddi bir dönüşüm geçirmektedir. Bu duygular çok daha yoğun veya kontrol edemediği bir hal alabilir. İşte tam bu noktada ergenin iyi bir sosyal çevreyle “çevrelenmesi” çok önemlidir. Buradaki çevreleme ona kendini ifade edebileceği, kendine ait olanı fark edebileceği ancak bir yandan da gerçeklikten, sorumluluklarından kopmayacağı bir alan sağlamakla mümkün olacaktır. Mesela bir öfke patlaması sahnesini düşünelim. Ergen son derece öfkeli bir haldedir. Genelde öfke bir otoriteye (anne, baba, okul, öğretmen vb.) karşıdır. Bu öfkeli anlarda yetişkin tarafın tam bir “yetişkin” gibi davranması gerekir. Yani ergenle “ergen” olunmamalıdır. Ergen karşısında daha sakin kalan, daha olgun yaklaşabilen bir otorite figürü görmelidir ki öfkesini doğru şekilde regüle edebilsin. Şayet ergenimizin karşısında kendisiyle birlikte öfkenin zirvelerine çıkan bir otorite, ebeveyn olursa bu onu daha da agresif bir konuma sürükleyecektir. Burada ebeveynlere önerilen tepkisiz kalmaları değildir. Yalnızca sağlıklı bir ara alan bırakmalarıdır. Duygular yaşamımızın sandığımızdan daha büyük bir kısmına yön verdiğinden, ergenlik döneminde bu kısmın doğru yaşantılanması çok önemlidir.
Ergenlikte ilerleyen yaşamda deneyimlenecek pek çok duygusal durum adeta prova edilir. İleride yaşayacağı duygular ilk kez deneyimlenir ve bu ilk deneyimler kişinin zihninde oluşturacağı duygu profilleri açısından kilit rol oynamaktadır. Aşkı, öfkeyi, sevgiyi belki ilk kez belki de yeniden tanımlayacak ama bu tanımlamalar ileriki yaşamına yön verecektir. Duygulardan söz ettiğimizde öfkeye yer verdiğimiz kadar aşka da yer vermemiz elbette gereklidir. Ergenlikte cinselleşen bir beden söz konusudur. Bu cinselleşme aşkı da beraberinde getirebilir. Ergenlikte bir aşk yaşamak son derece olasıdır. Ancak bu aşkın en önemli özelliği gerçeklikten çok hayali dünyayı içermesidir. Yani gerçek bir ilişki yaşamaktan ziyade kişinin hayal dünyasında bu ilişkiyi yaşatması söz konusu olabilir. Bu bağlamda yakından baktığımızda ergenlikteki çoğu aşkın platonik olduğunu görebiliriz. Çünkü ergen tarafından istenen gerçek bir cinsellikten, ilişkiden ziyade hayali olarak belki de tek başına yön verebildiği bir aşktır. Soyut düşünme becerisinin zirveye çıktığı bu dönemde bu platonik aşk yoğunluğunun görülmesi son derece doğaldır. Soyut düşünme becerisi yaşamımıza ciddi anlamda yön veren, doğru geliştirilmesi gereken bir alandır. Soyut olarak ilerleyen bu aşk da genel tablo şu şekildedir: Ergen sanki platonik olarak aşık olduğu kişiye kavuşunca aşkı bitecektir. Bu noktada da yine duygularını doğru şekilde yaşayabilmesi, onlara yön vermeyi, regüle etmeyi başarabilmesi, soyut olarak yaşattığı aşk duygusunu yaşına uygun düzeyde yaşaması son derece mühimdir. Gündelik yaşamında, hedeflerinde, benlik ideallerinde olumsuz etkilere yol açacak olası aşklar ergenin yaşamında olumsuz kalıcı izler bırakabilir. Yine iyi çevreleyen bir aile, arkadaş grubu ergene bu konuda olumlu yönde destek sağlayacaktır. Gördüğümüz gibi aşk ve nefret gibi karşıt gözüken iki önemli duygusal deneyimin çözüm anahtarı birbirine benzemektedir bu da iyi bir çevredir. Ergenlikte çoğu problematiğin çözüm anahtarı olarak görülen psikososyal çevreye geçmiş yıllarda bu konuda birçok önemli çalışması olan Winnicott da sıkça değinmektedir. Ona göre ergen iyi bir ergenlik geçirmiyorsa bunda büyük miktarda çevresinin payı vardır. Çünkü henüz kendi yaşamına kendisi yön veremeyecek kadar küçük ancak sadece anne-babasının kurallarıyla hareket edemeyecek kadar da büyük olan ergenler bu zorlayıcı arafta her zamankinden daha çok “sağlıklı psikososyal çevreye” ihtiyacı vardır. Yaşamımızda krizler her zaman olabilir. Mühim olan bu krizler esnasında iyi bir çevre tarafından sarmalanmak ancak bu sorunlarla tek başımıza da baş etme potansiyelimizin var olduğunun farkında olmaktır. Ergenlikte de, erişkinlikte de…